KIRIK KALEM
edebiyata dair...

Biterken Bitmek

Şuraya biraz oturalım oğul. Eee yaş kemale erdi, dizler yitirdi çevikliğini. Oturalım biraz şu gürül gürül akan ırmağın kenarına. Akmak... Dağların, taşların arasında engel tanımaksızın, hiç durmadan akmak... Azimle hedefine yürümesiyle su, ne muhteşem bir kılavuz. Geçtiği her yere hayat götürmesiyle ve ipeklerden yumuşak edası; fakat kayaları yontan, dağları delen kararlığıyla su, ne güzel bir misal. Su gibi olmalı oğul, su gibi... Denizlere akarken önüne çıkan her engeli aşan su gibi... Dağlar çıktığında karşısına, aşılmaz dağlar çıktığında manevra yapıp yine de hedefine yürüyen su gibi...

Konuşmuyorsun oğul! Hem gözlerindeki bu karanlık da ne? Yıldızları parlatan kudretten bir kıvılcımlık olsun ışık devşirmez mi gözlerin?

Hayata bu küskünlük de neden? Gergin dudaklarına az da olsa bir tebessüm çizilmez mi? Rızık endişesi mi oğul? Denizlerin derinliklerine can veren, hayatını beslemez mi? Yoksa günahlar mı? Bir şey diyemem o zaman, zira “Korkuyorum!” diyene, “Hayır titreyeceksin kardaşım, titreyeceksin!” denilmiş. Günahların ille de ümitsizlik akıtıyorsa yüreğine. Anana merhamet veren, sana merhamet etmez mi? Yine de hayat bu işte oğul. Bir gün altın kanatlı kelebekler gibi pırpır ederken yüreklerimiz sevinçten, ertesi gün dertler çöker yüreğimize, hem de bütün ağırlığıyla... Kırar kolumuzu kanadımızı. Ümitsizlik dökülür ufuklarımıza, zift gibi, katran gibi siyah... Kurşun gibi ağır... Buna rağmen hayatın her anı yaşamaya değer ve her anı güzel oğul! Hayatın anları, şarkıların makamları gibidir: hicaz, hüzzam, kürdilihicazkâr, mâhûr... Hepsi güzel ama beraberken güzel. Sadece hüzzam, sadece mâhûr ya da kürdîlî hicazkâr hangi zevki okşar ki?

Ya hayat... Acılar olmasaydı, nasıl bilecektik mutluluğu? Karanlık olmasaydı ışığı fark edebilir miydik? Hastalık olmasaydı sağlığı?... Dedim ya, hayatın her anı güzel. “Ya bizzat güzel ya da netice itibâriyle güzel". Bir ağustos susuzluğunda insanın kuruyan diline damağına bir bardak suyun güzelliğini hangi kelimeler tarif edebilir? ‹şte bu, bizzat güzel. Bir de aynı suyun ilâçlı olanı, acı tadıyla yüz buruşturanı var ki, o da tedâvi ettiği için netice itibariyle güzel. Bazen meserretle, neşeyle olur imtihânımız bazen de mazarratla, kederle. Bazen genişliğe uğrarız bazen darlığa. Hayatı bazen yaşarız bazen de onu sırtımızda bir yük gibi taşırız. Ama meserretle mazarrat, genişlikle darlık bütün bir güzelliğin âhenkli birer parçasından başka bir şey değil oğul. Öyle olmasa da “Hayâtın iyi ve kötü anları mevsimler gibidir ve hiçbir mevsim sonsuza kadar sürmez.” Öyleyse galiba önemli olan, hayâtın bize tesadüf eden zamanlarında iyi veya kötü olması değil, önemli olan bu anlarımızı nasıl geçirdiğimizdir. Dar günlerin isyankârı, geniş günlerin şımarığı değil; her anın müstakîmi olmaktır önemli olan. Neticede hüzünlü bir veda ile yamaçları saran bir akşam güneşi gibi, hepimiz gidici değil miyiz? Önemli olan ebedî hayatını kurtarmaktır oğul. Görüyorum ki dudakların hâlâ gergin, bakışlarına hayatın değil, ölümün rengi hakim.

Yoksa öte bir şey mi oğul derdin, öte bir şey mi? Yıllarca hazan yaşamak gibi... Zirvelerden ayak altına inmek gibi bir şey midir böyle yüreğinin kanını sana içiren? Şirazeden çıkmış bir kitabın sayfaları gibi paramparça ve gözyaşı kaderi olmuş bir coğrafyanın bahtsız çocuğu olmak mıdır oğul seni böyle mahzun eden? Fakat bütün bütün çöl değil ki artık zemin. Evet koca çınarlar devrildi, doğru ama, şu sürgünleri görmez mi gözlerin? Bak şu altın formalı kardelenlere. Bak ve aldırma bir çiçekle bahar olmaz diyenlere. Her çiçek ancak bir bahar tezgâhında dokunur. Bir tek çiçek varsa zeminde, mevsim bahar demektir. Hem bahar bizim gönlümüzdedir oğul, madem ki iman var yüreğimizde. Zaten bahar insanın gönlünde olmalı. Gönülde bahar olmadıktan sonra mevsim ha kış olmuş ha yaz. Ha günlük güneşlik olmuş ha ayaz. Nedir seni mahzûn eden bilmiyorum. Ama her ne ise hepsinin üstüne oğul, hepsinin üstüne şimdi “Sıyrıl hazân duygularından.” Bunu ben söylemiyorum. Biri söylüyor ki toprağın nabzı ellerindedir, baharın muştusunu bilen. Biri söylüyor ki fısıltılar gelir kulaklarına öteden. Satrançta piyon olduğuna kahırlanma. Piyonlar vezir de olur. Hem taşlar ister kale olsun, ister fil, isterse çift kanatlı bir küheylan. Taşlarla bir oynayan var oğul, Hakîm ve Rahîm olan. Taşlarla bir oynayan var oğul. Bırak Kisra’lar, altından halkalar yapadursun, halkalar Süraka’lar içindir.

Kaygı duyma sakın Ebrehe’nin fillerinden
Vakti geldiğinde ordular düzerler ufuklara ebâbillerden

Firavun gölgelerin uzaması korkutmasın seni oğul. Gölgeler gün batımında serpilirler, ölmek için büyürler ve büyürken gölgeler, Musalar da büyür oğul, Musalar da büyür. Kırka ne kaldı Hamzalar gelmedi mi? Bu bezme Ömerler de tutulur. Tasalanma, tohumlar toprağa girerler ve çürürken büyürler. Tohumlar oğul, biterken biterler.

M.SACİT ARVASİ
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol